“`html
Yazmaya, konuşmaya ve Türkiye’yi geleceğe hazırlamaya devam etmek zorundayız. Tarihimizin bu kritik dönemini sürekli gündemde tutmak, tüm zihinlerde canlı tutmak bir görevdir.
Gündelik tartışmalar ne yönde olursa olsun, içindeki anlaşmazlıklar ne kadar sarsıcı olursa olsun, Türkiye’yi oyalama çabaları ne kadar güçlü olursa olsun, tarih ve coğrafyanın sunduğu fırsatlara yatırım yapmalıyız. En azından küçük bir katkıda bulunmalıyız.
Kişisel hesaplarımız ve hayatlarımız bu devasa tarih geçişinde detaylar olarak kalsa da, bencilliğin ötesine geçerek geleceği şekillendirenlerden biri olmak için çabalamalıyız. Devlet ve kurumlarla yük paylaşmalı, bireysel olarak tarihe, vatana ve millete karşı sorumluluğumuzu hissetmeliyiz.
Türkiye, tarihi şah damarından yakaladı. Yeni coğrafya geleceğini de aynı şekilde kavradı. Batı’nın iki yüz yıllık sömürü planlarını tam kalbinden vurdu.
Günümüzde Türkiye’nin yaşadığı her olay, her başarı ve her mücadele, hepimize şah damarımız kadar yakın. Bu durum, siyasi genetiğimizin bir parçası haline geldi.
Artık hiçbir şeyden uzak kalma lüksümüz yok. Gideceğimiz yerin bu dünyanın merkezi olması dışında bir seçeneğimiz yok.
Artık uzak kalma imkânımız yok. “Beni ilgilendirmiyor” veya “Bana ne” diyerek kenara çekilme lüksümüz yok. Ulusal haritanın dışına çıkmayı düşünenler, mutlaka yüzleşmek zorunda kalacaklardır.
Türkiye, tarihi ve coğrafyayı şah damarından yakaladı. Buradaki mucizenin tam adresi, iki büyük nehrin kavuşma yeridir. Milletler, şehirler, nehirler ve ülkelerin hafızası burada buluşmaktadır.
Bu birleşmelerin tarihin akışını değiştirdiğine geçmişte defalarca şahit olduk. Yeni bir başlangıcın zamanı geldi. Selçuklu ve Osmanlı’nın kuruluşundaki tarihi kesişme gibi, bu zamanda da birlikteyiz.
Bin yıl içinde üç büyük dönüşüm yaşadık. Her seferinde iki büyük imparatorluğun çıkışıyla karşılık verdik. Ama üçüncüsü için tarihte yeterince zaman yoktu, beklemek zorundaydık.
Şimdi üçüncü büyük dönüşüm süreci başlamış durumda. Öncekilerden daha büyük bir güç sıçramasına tanıklık edebiliriz. Siyasi, ekonomik, kültürel çevrelerin, toplumumuzun bu yeni duruma hazırlıklı hale gelmesi gerekiyor.
Bunların hayal olduğunu düşünenler, büyük bir hayal kırıklığı ile karşılaşacak. Gerçeklikten kopmalara neden olacaklar. Tarih, güç savaşları ve yıkımlarla dolu geçmişimizdeki dersleri iyi analiz etmeliyiz. Zihinsel körlük, geçmişe bağlı hüsranlar getirecektir.
Tarih boyunca büyük çatışmaların nasıl başladığını incelemek, gelecekteki olağanüstü patlamaların habercisidir. 21. yüzyılda, en büyük geçiş dönemlerinden birine tanıklık edeceğiz; bu durumu tahmin edebilenler, geleceği şekillendirenler olacaklardır. İşte biz; Türkiye, bu sürecin tam ortasındayız.
Toplumsal bilinci, kitlesel mobilizasyonu ve coğrafya ölçeğinde bir gelecek vizyonunu en üst düzeye çıkarmak zorundayız. Hiçbir şey yapmayanların tarih akışına teslim olmaları gerekecek. En azından buna inanmalılar. O nehir, onları okyanuslara götürecektir.
İçerideki çekişmeler ve ufak hesaplar, bu büyük dönüşümü durduramaz. Tarihin akışına direnenler tasfiye edilmek zorundadır. Türkiye’nin bunlarla oyalanacak bir zamanı yok.
Günümüzde Gazze’deki çatışmalar bizim şah damarımıza o kadar yakın ki, Hindistan ile Pakistan arasındaki savaş ve Suriye’nin istikrarı, bu büyük yolun en önemli aşamalarından biri ve nihayetinde de bizim meselemizdir. Karadeniz’deki gelişmeler, Basra Körfezi ve Kızıldeniz’deki hareketlilik, Doğu Afrika’daki olaylar, hepimiz için çok yakın.
Türkiye’ye giydirilen dar gömlek artık parçalanmıştır. O geçmişteki sınırlı bakış açısı değişmiştir. “Savunmada kalalım” düşüncesi artık geçerliliğini yitirmiştir. O korku, yılgınlık ve kaybetme korkusu sona ermiştir.
Son iki yüzyılımızı çalan Batı’nın artık bizlere dayatacağı bir proje yok. Yeni haritalar çizenler ve savaşları tetikleyenler artık yoklar. Artık mevcut iktidarlarını yitirmiş bir Batı ile karşı karşıyayız.
Onlar, güç kaybını hissetmekte ve Türkiye ile yakınlaşma çabasındalar. Suriye ile barış sağlama adına adımlar atıyor, ambargoları kaldırıyorlar. Ancak yeni bir denge kurma konusunda zorlanacaklar.
Türkiye ile yeni ortaklıklar kuran ülkeler, geleneksel dost-düşman tanımlarını gözden geçiriyor. Gelecek için başka bir seçenekleri yoktur.
Daha fazlası da ihtimal dahilinde. İsrail’e mesafe koyma zamanı geliyor; Avrupa’nın geleceğini hiçe saymadan hareket etmeleri gerekecek.
İsrail Garnizonu’nu kapatma zamanı gelmiştir. Bu gerçekleştiğinde, bölgedeki güç ve refah sıçraması meydana gelecektir, çünkü son yetmiş yıl boyunca bütün savaşların kaynağı o garnizondur.
Yoksa çok büyük kayıplar yaşamak zorunda kalacaklar. Ancak akıllarına başvururlarsa, bunu görebilirler.
İsrail varlığı ve Suriye savaşı, coğrafyamızı kısıtlayan zincirlerdi. Suriye’de barış sağlanmadıkça, İsrail’in etkisi azalmayacak. Gazze’deki drama son vermek mümkün olmayacaktır.
PKK, silah bırakma kararı aldı. Ancak bu sadece başlangıçtır. Uygulama nasıl gerçekleşecek göreceğiz. PKK, 20. yüzyıl güç haritasının bir ürünüdür ve artık ona ihtiyaç kalmadığı anlaşılmıştır.
Ancak YPG-PYD, yani Suriye’deki PKK, hem Türkiye’yi hem de Suriye’yi oyalamaya devam ediyor. Geçmişteki hatalarımızdan ders almak zorundayız.
ABD desteği azalmışken, Avrupa desteği tamamen kayboldu. Sadece İsrail desteğiyle varlıklarını sürdüremeyecekler. Çünkü İsrail, yeni bir dönemle karşı karşıya kalmıştır.
Bunun için Suriye’nin bütünlüğünü sağlamalıyız. Türkiye ve çevresindeki ülkelerin ortak savunma ve ekonomik işbirlikleri kurması lazım.
Suriye’nin huzura kavuşmadan, PKK terörü sona ermeden, İsrail ile bir hesaplaşma mümkün olamayacaktır. Durum böyleyken, bu hesaplaşmayı geciktirenler de bunun farkındadır.
Artık regional ya da global güçlerin tarihi akışı durdurabilmesi imkânsızdır. Tek yapabildikleri, bu akışı yavaşlatmaya çalışmaktır.
Bizim görevimiz, bu süreci hızlandırmak, bilgeliği yaymak ve bölgemizin tarihine damga vuracak üçüncü büyük güç inşasına katkıda bulunmaktır.
Türkiye için en önemli siyasi hedef, bu geleceği inşa etmekte yatmaktadır. Hiçbir terör örgütü ya da siyasi parti, bu dönüşümün önünde duramaz. Bu geleceğe uyum sağlayamayan hiçbir düşünce veya hareket başarılı olamayacaktır.
Tüm liderler ve topluluklar, stratejilerini bu gerçekler etrafında geliştirmeli; geçmişte yaşananları unutmayarak yola devam etmelidir.
“`